ECEL (insanların, toplumların, evrenin eceli, ecelin değişip değişmediği)

Birinci Bölüm

İslâm Akaidi’nin üzerinde çok tartışılan temel konularından biri olan “Ecel” konusu, aynı zamanda Akaid İlmi’nin, İlmi Kelâm olarak isim almasına sebep olan meselelerden biridir. Ama bu konu, İslâm dini ile ortaya çıkmış bir konu değildir. “Ecel” konusu, çok eski zamanlardan beri tüm düşünürlerin ilgi alanlarına girmiş ve felsefe kitaplarında ayrıntılı incelemelere tâbi tutulmuştur. Müslüman kesimde “ecel”, “ecel-i müsemma”, “ecel-i kaza” ve “ecelin kısalması ve uzaması” gibi başlıklarda ele alınıp üzerinde çokça durulmuş olan “ecel” konusunda, mezhepler itibarıyla farklı görüşler, hatta ekoller oluşmuştur. Bu konuda görüş ileri sürenlerin en meşhurları Eşaıre ve Mu’tezile mezhepleri olup, ortaya atılan en meşhur bakış açısı da “maktulün ölümü örneğidir. Bu örnekte, insanın bir başkası tarafından isteyerek veya kaza ile öldürülmesi durumundaki ecel kavramı tartışılmaktadır.

Meseleyi doğru olarak çözebilmek için, Kur’an’da türevleriyle birlikte elli beş kez yer alan “ecel” sözcüğünün sözlük anlamını ve Kur’an’da hangi anlamda kullanıldığını tespit etmek gerekmektedir.

الاجل Ecel; bir şeyin müddeti (süresi)” demektir.” (Lisan ül Arab; c:1 s:55-59)

الاجل Ecel; bir şey için belirlenmiş süredir. İnsan hayatı için belirlenmiş olan süreye de “ecel” denmiştir. “Dena ecelühü (onun eceli yaklaştı)” deyimi, ölümünün yaklaştığını ifade eder. (el Müfredat; s:11)

“Ecel; ölümde vaktin gayesidir. “Dena ecelühü (onun eceli yaklaştı)” deyimi, ölümden ibarettir. Bunun aslı sürenin dolması, yani hayatın sona ermesidir. (Tac ül Arus; 14/12)

Lügatlerde yukarıdaki anlamlarla açıklanan “ecel” sözcüğü Kur’an’da ise, ya “belirlenmiş bir süre” anlamında ya da “bir sürenin son anı” anlamında kullanılmıştır.

“Ecel” sözcüğünün “belirlenmiş bir süre” anlamında kullanıldığı ayetler:

Kasas; 27–29: O (kızların babası), dedi ki: “Bana sekiz yıl bana çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o kendinden; sana ağırlık vermek de istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın.”

O (Musa), “Bu seninle benim aramdadır. Bu iki ecelden (iki süreden) hangisini gerçekleştirirsem gerçekleştireyim demek ki bana karşı düşmanlık/ sorumluluk yok. Ve söylediklerimize Allah vekildir.” dedi.

Artık Musa eceli (süreyi) gerçekleştirip ailesiyle yola çıkınca, Dağ tarafından bir ateş hissetti. Ailesine: “Siz (burada) durun; ben bir ateş hissettim, belki oradan size bir haber yahut o ateşten bir parça getiririm; belki ısınırsınız.” dedi.

Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi, [private] bu pasajda geçen “ecel” sözcükleri, süresi sekiz yıl ve on yıl olarak belirlenmiş zaman dilimlerini ifade etmektedir.

“Ecel” sözcüğünün “bir sürenin son anı” anlamında kullanıldığı ayetler:

Bakara suresinin 231 ve 232. ayetlerindeki “فبلغن اجلهنfebeleğne ecelehünne (ecellerine yetiştiklerinde)” ifadesinde, Bakara suresinin 234. ayetindeki “فاذا بلغن اجلهن feiza beleğne ecelehünne (ecellerine yetiştikleri zaman)” ifadesinde, Bakara suresinin 235. ayetindeki “حتّى يبلغ الكتاب اجلهhatta yeblüğal kitâbü ecelehü (farz olan bekleme süresi eceline ulaşmadan)” ifadesinde, Talak suresinin 2. ayetindeki “فاذا بلغن اجلهنّ feizâ belağne ecelehünne (ecellerine ulaştıkları zaman)” ifadesinde ve Talak suresinin 4. ayetindeki “واولات الاحمال اجلهنّ ان يضعن حملهن ve ûlâtül ehmâli ecelühünne en yeda’ne hamlehünne (hamilelerin eceli yüklerini koymalarıdır / çocuğu doğurmaları veya düşürmeleridir)” ifadesinde “ecel” sözcükleri hep iddet / bekleme süresinin son günü, son saati anlamında kullanılmıştır.

Hud suresinin 3. ayetindeki “yümetti’küm metâan hasenen الى اجل مسمّى ilâ ecelin müsemmen (adı konmuş bir ecele kadar size güzel kazanım kazandırsın / sizi güzel güzel yaşatsın)” ifadesinde ve Hacc suresinin 33. ayetindeki “leküm fihâ menâfiu الى اجل مسمّى ilâ ecelin müsemmen (sizin için onlarda adı konmuş ecele kadar bir takım menfaatler var)” ifadesinde “ecel” sözcükleri, belirlenmiş ömrün son günü anlamında kullanılmıştır.

Bakara suresinin 282. ayetindeki “iza tedayentüm bideynin الى اجل مسمّى ila ecelin müsemmen (adı konmuş bir ecele kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman)” ifadesinde “ecel” sözcüğü borcun (senesi, ayı, günü ile) son anı anşamındadır.

Hacc suresinin 5. ayetindeki “ve nügırrü filerhami ma neşaü الى اجل مسمّى ila ecelin müsemmen (ve dilediğimiz bir adı konmuş ecele kadar rahimlerde durdururuz)” ifadesinde “ecel” sözcüğü doğum vakti anlamında kullanılmıştır.

التّأجيل Te’cil

“Ecel” sözcüğünün türevlerinden olan “التّأجيل te’cil” sözcüğü; “ecel belirleme, ileriye yönelik son vaktin belirlenmesi” demektir. Bu sözcük Türkçeye “tecil” şeklinde girmiş olup, bir borcun ödenmemesi durumunda ödeme gününün yeniden belirlenmesi kastıyla ve henüz muhakemesi devam eden bir davanın karar verilemeyen bir duruşması sonunda bir sonraki duruşma tarihinin belirlenmesi kastıyla kullanılmaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır ki o da, “tecil”in kesinlikle “erteleme” anlamına gelmediğidir. “Tecil”, sadece bir sürenin sonunun belirlenmesidir ve Kur’an’da da bu anlamda kullanılmıştır:

Mürselat; 11–13: Elçiler, vakitlendirildikleri zaman,

bunlar hangi gün için tecil edildiler ise!

Ayırt etme günü için…

Âl-i Imran; 145: Ve herkes sadece Allah’ın izniyle vakitlendirilmiş bir yazgı olarak ölür. Ve kim dünya karşılığını dilerse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret karşılığını isterse ona da ondan veririz. Ve Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.

En’âm; 128: Ve O (Allah), onların hepsini topladığı gün: “Ey cinn topluluğu! İnsten çoğunu yoldan çıkardınız.” der. Ve insten onların veliyyleri: “Rabbimiz! Biz birbirimizden kazanç sağladık. Nihayet biz bizim için vakitlendirdiğin ecelimize ulaştık.” derler. O (Allah): “Ateş, sizin durağınızdır cehennemdir. Orada, Allah’ın dilemesi müstesna, ebedî olarak kalacaksınız.” der. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, en iyi bilendir.

اجل مسمّى Ecel-i müsemma

“Ecel (süre)” ve “müsemma (adı konulmuş, belirlenmiş)” sözcüklerinden meydana gelmiş olan bu sıfat tamlaması; “adı konmuş, belirlenmiş bir süre” anlamını ifade etmekte olup bu tamlama ile Kur’an’da “senesiyle, ayıyla, günüyle, saatiyle sürenin son anı” kastedilmektedir. Bu tamlamaların geçtiği ve bir kısmının metni de yazımız içinde olan ayetler şunlardır: Bakara; 282, En’âm; 2, 60, Hud; 3, Ra’d; 2, İbrahim; 10, Nahl; 61, Ta Ha; 129, Hacc; 3, 33, Ankebut; 53, Rum; 8, Lokman; 29, Fatır; 13, 45, Zümer; 5, 42, Mümin; 67, Şûra; 14, Ahkaf; 3, Nuh; 4.

Bu ayetlerden anlaşılmaktadır ki, insanlar ve diğer canlılar için var olan ecel, toplumlar için de söz konusudur ve yer, gök, tüm varlıkların da eceli vardır.

İnsanlar ve diğer canlılar için var olan ecel, her toplum için de söz konusudur:

En’âm; 2: O, sizi bir balçıktan yaratmış olandır. Sonra “ecel”i gerçekleştirmiştir. Ve adı belirlenmiş ecel onun katındadır. Sonra siz hâlâ kuşkulanıp duruyorsunuz.

Ra’d; 38: … لكلّ اجل كتاب Likülli ecelin kitebün (Her ecel için bir yazı / kitap vardır.)

Ayetin bildirdiğine göre, haber verilen her ecel ile ilgili Allah katında ayrı bir yazı vardır. Yani, bizler bilemesek de, her ecelin bir gerekçesi, sebebi vardır. Hiçbir ecel sebepsiz ve anlamsız değildir.

Ankebut; 53: Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş / adı konmuş bir ecel olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir.

A’râf; 34: Ve her ümmet (toplum) için bir ecel (bir süre) vardır. O nedenle ecelleri geldiğinde, ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.

Fatır; 45: Ve eğer Allah, kazanmakta oldukları şeyler dolayısıyla insanları sorgulayıp cezalandıracak olsaydı, onun sırtında (yeryüzünde) hiçbir “dabbeh”i (canlıyı) bırakmazdı. Velâkin onları, adı konmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman da artık şüphesiz Allah kendi kullarını en iyi görendir.

Bu konu ile ilgili olarak ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Âl-i Imran; 145, A’râaf; 135, 185, Yunus; 11, 49, Hud; 104, Hicr; 5, İbrahim; 10, Nahl; 61, Müminun; 43.

Görüldüğü gibi yukarıdaki ayetlerde, nasıl bireylerin belirlenmiş bir ömrü varsa, toplumların da aynı şekilde belirlenmiş bir ömrü olduğu açıkça belirtilmiştir. Yani, toplumlar da insanlar gibi, kendileri için belirtilmiş sürenin ne önüne geçebilirler ne de geri kalabilirler. Yükselen ve egemenliklerine sahip olan uluslar sürelerini doldurduklarında, ya ahlâkî çöküntü sebebiyle Allah’ın cezasını hak ederek tamamen helâk edilirler ya da egemenliklerini yitirirler.

Yer, gök, tüm varlıklar için ecel vardır:

Rum; 8: Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hakk ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Gerçekten insanların çoğu, Rabblerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.

Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Ra’d; 2, İsra; 99, Fatır; 13, Lokman; 29, Zümer; 5, Ahkaf; 3. Bu ayetlerde de, yer ve göklerin hakk ile yaratıldığı, “adı konulan bir ecele kadar” varlıklarını sürdürecekleri, gecenin, gündüzün, Güneş’in, Ay’ın belirlenmiş ecele doğru akıp gittiği bildirilmektedir. Demek oluyor ki evrenin de bir eceli (bitiş, yok oluş anı) vardır.

İnsanın eceli ve ölümü:

Ölüm şekli ne olursa olsun ve ömrün süresi ne kadar olursa olsun, her insan kendisi için takdir edilen “ecel”’de ölmektedir:

En’âm; 60: Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün ne yaptıklarınızı bilen, sonra adı konmuş ecelin gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O’nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir.

Zümer; 42: Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.

Ve En’am; 128, Mü’min; 67, Nuh; 4, Âl-i Imran; 145, Münafikun; 11.

Bu ayetlerden kolayca anlaşılmaktadır ki ölüm, Yüce Allah’ın herkes için farklı şekil ve zamanda belirlediği sürenin bitişinde gerçekleşmektedir. Toplumda, yaşlı insanların yaşlılık sebebiyle yatakta ölmeleri için kullanılan “eceliyle öldü” tabiri yanlış bir ifadedir. Çünkü bütün varlıklar ve insanlar “eceli ile” değil, “ecelinde, yani kendisi için Rabbimizin belirlediği sürede, o sürenin sonunda ölmektedir.

Savaştan, ölümden kaçmak ne kazandırır?

Yukarıda açıkladığımız gibi “ecel” sözcüğü birçok ayette; “belirlenmiş bir sürenin sonu” anlamında kullanılmıştır. Buna göre ömrün sonu “ecel” anlamına gelmektedir. Yani ecel; ölüm için, senesiyle, ayıyla, haftasıyla, günüyle, saatiyle, saniyesiyle tayin ve takdir edilmiş olan vakittir. Bu ecelin değişmeyeceği, öne alınıp sonraya bırakılamayacağı da, örneklerini verdiğimiz ayetlerde gayet açık ifadelerle belirtilmiştir. O hâlde ne kadar kaçılırsa kaçılsın veya ne kadar acele edilirse edilsin, ecelin ertelenmesi de çabuklaştırılması da söz konusu değildir. Bu durum, sadece insanlar için değil, toplumlar ve tüm evren için de geçerlidir.

Âl-i Imran; 156: Ey iman etmiş kişiler! İnkâr etmiş ve yeryüzünde dolaşan yahut gazaya çıkan kardeşleri için “Yanımızda olsaydılar ölmezlerdi, öldürülmezlerdi.” diyen kişiler gibi olmayın. -Allah’ın bunu onların kalplerinde bir yara kılması için- Ve Allah hayat verir ve öldürür. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.

Ahzab; 16: De ki: “Eğer ölmekten veya ÖLDÜRMEKTEN kaçıyorsanız, kaçmak hiçbir zaman size yarar sağlamaz. Ve o zaman sadece, çok azı kazandırılırsınız.”

Nisa; 78: Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde de bulunsanız bile. Ve onlara bir iyilik erişirse “Bu, Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir.” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz oluyorlar?

Tövbe; 51: De ki: “Hiçbir zaman bize Allah’ın bizim için yazdığından başkası dokunmaz. O, bizim mevlâmızdır. Öyleyse müminler yalnızca Allah’a güvensinler.”

Ecel değişir mi?

Yazımızın başında sözünü ettiğimiz Mutezile mezhebi, ecelin değişebileceğini iddia etmiş ve bu iddiasına iki delil göstermiştir:

Peygamberimizin, “sadaka ömrü uzatır” dediğini söyleyen bir rivayet.

Katile verilen cezanın, öldürdüğü kişinin ecelini değiştirdiği sebebiyle verildiği iddiası.

Bir defa, peygamberimizin sözü diye ileri sürülen bu rivayet, yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerle çelişmektedir ve peygamberimizin de Kur’an ayetleri ile çelişen bir söz söylemesi mümkün değildir. Ayrıca da bu rivayet, “Haber-i Vahid” denilen; zayıf, dinî esaslarda itibar edilmemesi gereken sınıftan bir rivayettir. Bu sözü kim söylediyse, akıbetini düşünmeden, sadece sadakayı teşvik için söylemiş olmalıdır.

Mutezilenin, katilin cezalandırılması konusundaki görüşü ise, yanlış bir muhakeme üzerine bina edilmiştir. Çünkü katile verilen ceza, öldürdüğü kişinin ecelini değiştirdiği için değil, işlenmesi dinen kesin olarak yasaklanmış bir fiili işlemesi sebebiyledir. Katil, öldürdüğü kişinin ecelini bilemez. Dolayısıyla bilemediği bir süreyi de kısaltması söz konusu değildir. Katil, iradesi ile yasak olan cinayeti işlemiş ve bu konudaki ilâhî emre uymadığı için cezayı hak etmiştir. Maktul ise, Allah’ın “ilm-i ezelî”siyle bildiği bir olay sonucu, yani o fiilin olacağını bilen Allah’ın kendisi için takdir etmiş olduğu ecelde ölmüştür. Bir canlının hayatî fonksiyonlarının durması sonucunda ölümünün gerçekleşmesi zaten değişmeyen bir sünnet-i ilahî, yani Rabbimizin koyduğu bir kural olduğu için, böyle bir olayın meydana geleceğini bilen Yüce Allah, maktulün ecelini de ezelde ona göre takdir etmiştir. Nitekim Ra’d suresinin 38. ayetindeki “Her ecel için bir kitap vardır.” ifadesi de bunun böyle olduğunu göstermektedir.

Ecel konusunda bir de, her şeyi mevcut (bilinen) maddî ölçülerle izaha çalışan ve kendilerini “bilimsel” bakış sahibi olarak görenler tarafından ileri sürülen ama hâlâ bilimsel ekol olarak belirginleşememiş bir düşünce vardır. Allah’ın hayata müdahalesinin olmadığını benimseyen ve insanı sadece et, kemik, nem ve ısıdan ibaret kabul eden bu görüşe göre ise iki türlü ecel vardır:

Birincisi: “Tabiî ecel”dir ki bu, canlı varlığın cismindeki ısı ve nemin yok olmasıyla gerçekleşir. Bu ölüm şeklinde ısı ve nemin yok olması, hiçbir haricî varlığın etki ve müdahalesi olmadan meydana gelir. Bu tabiî ölüm, tıpkı yavaş yavaş gazı biten bir lambanın sönmesi gibidir.

İkincisi: “İhtirami” denilen eceldir ki bu, hastalık, haricî bir etki veya kaza sonunda, vaktinden önce vaki olan ölümdür. Tabiî olmayan bu tür ölüm, lâmbanın gazı olduğu hâlde, haricî bir sebeple sönmesine benzetilebilir.

Dikkat edilirse bu görüş, normal şartlar altında bulunan canlıları, birer gaz lâmbası gibi görmekte, haricî etkiler dışında canlıların hep aynı tepkiyi vereceklerini düşünmektedir. Newton çağının “bilim” tanımına göre ve “insan” faktörü ihmal edildiğinde haklı sayılabilecek olan bu görüş, atom altı parçacıkların davranışlarında belirsizliğin bir kural olarak saptandığı çağımızda ise bilimsel olmaktan bir hayli uzak durumdadır. Çünkü atom altı parçacıklar bir yana, bugün artık aynı şartlarda beslenen hayvanların ve bitkilerin bile farklı bünyeye ve ömre sahip oldukları, aynı etkiye eşit tepki vermedikleri tespit edilmiştir.

Hakkı Yılmaz

Bu yazı İşte Kuran sitesinden alınmıştır.

[/private]

Yazının ikinci bölümü için tıklayınız.

ECEL (insanların, toplumların, evrenin eceli, ecelin değişip değişmediği)” üzerine 3 yorum

  1. tesekkur ederım, yazılarınızı okudum, cok harıka, kulagıma hoş geliyor, ama ecel vede eeceli kaza konusunda cok daha ayrıntılı bılgı ıstıyorum…………..

    bu konu benım ıcın cok onemli…..

    nedene belalar, olumler, hastalıklar vede terör vs… hep musluman kesımde, neden batının gelısmıs ulkelerınde daha az…,

    sızden cok yonlu detaylı tatmın edıcı cevaplar almak umudıyle, hoşçakalın
    iyi çalışmalar

  2. Geri bildirim: Sitemap 07.01.2014 | Ali Aksoy

Yorum bırakın